Anatomi iç organlar, vücut yapımız incelendiğinde kusursuz bir şekilde çalışan bir sistem ile karşı karşıya kalırız. Vücut yapımızda hepsi birbirinden önemli olan bazı organ ve yapılara bakacak olursak bunlar; kalp, karaciğer, akciğer, dalak, ince bağırsak, kalın bağırsak, mide, böbrek, pankreas, yemek borusu, apandisit, safra kesesi, soluk borusu, anüs, rektum ve on iki parmak bağırsağıdır. Her biri farklı görev ve yapıya sahiptir. Şimdi bu organların vücudumuzdaki yerleri ve görevlerine bakalım.
Kalp, kalp yaşamsal fonksiyonların
temelini oluşturan organımızdır. Kalbimiz göğüs boşluğunun iç kısmında yer
alır, etrafı zarla çevrili olan bir yapıya sahiptir. İnsanın yaşamsal
faaliyetlerini oluşturan eylemleri kalp ve damarlardan oluşan dolaşım
sistemi gerçekleştirir. Kalp bu sistem içerisinde olmazsa olmazdır.
Vücuttaki canlılığı sağlayarak vücuda kan pompalar.
Karaciğer, karaciğer vücudumuzda
diyaframın hemen alt kısmında bulunan yumuşak bir dokuya sahip organımızdır.
Karaciğerimizin temel görevi protein üretimi, depolanması ve kontrol
edilmesidir. Kanda bulunan şeker miktarını düzenler. Kanın pıhtılaşması için
gerekli maddeleri üretir. Vücudun ısısını ayarlar. Hormonlar üzerinde etkili
olur.
Akciğer, göğüs boşluğu içerisinde
bulunur ve soluk alıp vermemizde etkilidir. Ana görevi atmosferdeki oksijeni
kan dolaşımına aktarmaktır.
Dalak, karın boşluğunun sol
kısmında bulunur. Eskimiş olan kan hücrelerini temizler.
İnce bağırsak, kıvrımlı olan bir
yüzey yapısı vardır. Yetişkin bir insan da ortalama yedi metre uzunluğunda
bulunur.
Kalın bağırsak, inç bağırsak ile
anüs arasında bulunur. Toplam uzunluğu bir buçuk metredir.
Mide, karın bölgesinin sol
tarafında bulunur. On beş ile yirmi santim uzunluğundadır.
Böbrek, omurgalılarda bulunan
fasulye şeklinde boşaltım organıdır.
Soluk borusu, vücutta solunan
havanın geçtiği boruya benzer bir organdır.
Anüs, sindirim kanalının bitiş
kısmıdır. Dışkılar buradan dışarı atılır.
On iki parmak bağırsağı, midenin
hemen ötesin beş santim kadar uzayan ince bağırsağın bir kısmıdır.
İnsan vücudunda çeşitli organlar bulunur ve her birinin birer vazifesi
var. Allah bu organları göğüs kafesimize muntazam bir şekille dizdi. Peki
insanın iç organları nelerdir?
İç organların yerleri ve görevleri:
1- Kalp Ve Dolaşım Sistemi
İnsan her şeyiyle Yüce Yaratıcı’nın varlığına delildir. Değersiz bir
sudan yaratılıp; gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı, düşünen aklı vb.
olması, kendisinin Allah Teâlâ’nın varlığına en büyük delil olmasıdır.
İnsan, gerek iç organları, gerekse dış organları itibariyle hârika bir
yaratıktır. İnsanın hârika bir yaratık olmasını daha iyi anlayabilmek için
onu daha yakından incelemek gerekir.
Dolaşım sistemi, vücûdun her tarafına ulaşan dağıtım şebekesidir.
Sistemin merkezi, aynı zamanda vücûdun da merkezi hükmünde olan kalptir.
Göğüs boşluğunun sol tarafında yer alan kalp, otomatik bir cihazı andırır.
Kalp, basit yapılı, fakat çok mühim bir vazife ifa eden bir
organdır.
Kalbin pompaladığı kan, damarlar vasıtasıyla bütün vücûda dağılır.
Yumuşak ve esnek bir yapıya sahip olan damarların enine kesitini
incelediğimiz zaman, üç tabakadan meydana geldiklerini görürüz: En içte
bir sıra epitel tabakası, onun üstünde damarın asıl kalınlığını meydana
getiren kas tabakası ve en üstte de dış tabaka bulunur. Kas tabakası,
kasılıp gevşeme ile kanın akış şiddetini ayarlar.
Kalbin pompalama faaliyetinin sonucu olarak belkemiği boyunca aşağı inen
aorttan akan kan, atar damarlar vasıtasıyla vücûda dağılır ve kılcal
damarlar yoluyla bütün dokulara ulaşır. Kılcal damarlarda dokularla temas
eden kan, doku ve organlardaki hücrelerle oksijen ve besin alış verişi
yapar. Bu alış veriş, kılcal damar çeperlerinden süzülme suretiyle
olur.
Kandaki besin ve oksijen, ihtiyaç miktarınca dokulara aktarılır. Buna
karşılık hücrelerde biriken artık maddeler ve karbondioksit alınarak
akciğerlere ve böbreklere götürülmek üzere yola devam edilir. Kılcal
damarlar dokuların arasına dağılarak meydana getirdikleri ağın devamında
tekrar birleşirler ve toplar damarlar halinde kalbe dönerler. Atar
damarların besin ve oksijen taşımasına karşılık, toplar damarlar, artık
maddeler ve karbondioksit taşırlar. Bir başka deyişle atar damarlarda
oksijeni bol, toplar damarlarda ise karbondioksidi bol kan dolaşır.
Bu dolaşım siteminin çalışmamasının ne denli büyük fâcialara sebep
olacağı açıktır. Zira bu durumda sindirilen besinler vücûda
dağılmayacaktır. Hücreler gıdasız ve oksijensiz kalacaktır. Hücrelerde
cereyan eden hayâtî faaliyetlerin sonucu olarak biriken artıklar dışarı
atılamayacak, gittikçe büyüyen artık ve karbondioksit yığınları, hücreyi
çöplük haline sokup hayatın devamına imkân vermeyecektir. Bu esnada kalp
de çalışamayacaktır. Demek ki, diğer bütün sistemler çalışsa bile dolaşım
sisteminin kısa bir süre çalışmaması, hayatın sona ermesine sebep
olacaktır. Bu vücut şehrini yapan, yaratan ve düzenli işleten bir Yüce
İrâde’nin varlığı zorunlu olmaktadır.
2- Sindirim Sistemi
Sindirim, ağızda başlar. Yiyecekleri dişlerimizle keser, parçalar, öğütür
ve tükürük bezlerinin salgılarıyla hamur gibi yoğururuz. Tükürük
bezlerinin salgısıyla iyice ıslanarak hamur haline gelmemiş bir lokmanın
boğazımızdan geçmesi oldukça güç ve eziyet vericidir. Bir yiyecek
görüldüğü, koklandığı veya tadıldığı zaman, tükürük salgılanmaya başlar.
Tükürük bezlerinin harekete geçmesi çoğunlukla psikolojik bir olaydır.
Korku, tiksinme vb. sebeplerle tükürük salgısı aksar ve lokmaları yutmak
güçleşir.
Çiğneme işlemi tamamlandıktan sonra lokma, mideye inmek için, yaklaşık 25
cm uzunluğundaki yemek borusuna girmek üzere boğaza gelir. Bu “kavşak
noktasında” lokmanın yanlış yola girmemesi için tertibat alınmıştır.
Yutkunma ile birlikte solunum borusu küçük dil ile kapanır. Böylece
lokmanın yemek borusundan aşağı doğru inmesi sağlanır. Baygın kimsede bu
refleks meydana gelmeyeceği için ona yiyecek ve içecek bir şey
verilmez.
Yemek borusundaki kasılma hareketleriyle lokma, aşağı doğru saniyede 2,5
cm hızla ilerler. Bu kasılmalar sayesindedir ki, baş aşağı duran bir
kimsenin bile bir şey yemesi ve içmesi mümkün olabilmektedir.
Besinlerin yemek borusundan sonraki ilk durağı olan midenin kapasitesi
2,5 litre kadardır. Mide duvarını kuşatan kasların enine, boyuna ve halka
şeklinde kasılmaları sonucunda besinler boza kıvamına gelir. Bu karışma ve
kasılma esnasında mide, enzimler ve içinde hidroklorik asit bulunan bir su
salgılar. Hidroklorik asit, “pepsin” adı verilen enzimin vazife
yapabilmesi için gereklidir. Fakat halk arasında tuz ruhu adıyla bilinen
hidroklorik asit, aslında midenin maddesini oluşturan etleri bile eritecek
güçtedir. Yüce Yaratıcı, midemizi bu asidin etkisinden koruyacak bir başka
sistemle donatmıştır. Bu sistem sayesinde sindirim esnasında salgılanan
“mukus” adlı bir madde, midenin duvarlarını kaplar ve onu hidroklorik
asidin tahribatından korur.
İnsanın yaratılışı her parçasıyla hârikadır. Bunu bütün organlarda görmek
mümkün olduğu gibi, midede de görmek mümkündür. Etten yaratılan bir torba
içinde yine etler ve benzeri maddeler parçalanıp hazmedilmekte, fakat bu
torba herhangi bir zarar görmemektedir. Bunu tesâdüfle açıklama imkânı
yoktur. Gerek midenin hazmı için gerekli salgıda, gerekse o salgıdan
mideyi korumak için ortaya çıkarılan karşı salgıda, hatasız bir hesap ve
mükemmel bir kimyagerlik eseri görülmektedir. Bu hesabı ve kimyagerliği
midenin hücrelerinde aramak abestir.
Hazım işlemi sırasında besindeki proteinler, mide salgısının en mühim
enzimi olan pepsin vasıtasıyla, kendisini meydana getiren parçalara
ayrılır. İnsan midesindeki hârika laboratuar, ilk insanın yaratılışından
beri, mükemmel şekilde işlemektedir. Midedeki işlem bitince, yarı sıvı
haline gelen besin, ince bağırsağa geçer. İnce bağırsağın sonuna
ulaşıncaya kadar her türlü besin, ne kadar kompleks bir yapıya sahip
olursa olsun, bir kaç basit kimyevî maddeye ayrılmış hale gelir:
proteinler amino asitlere, yağlar yağlı asitlere ve gliserine, nişasta ve
şeker glikoza ayrılır. Bütün bu girift işler, insan vücûdunda üç metre
uzunlukta bir yer işgal eden ince bağırsaklar adlı küçük bir laboratuarda
yapılır.
Bu ayırımdan sonra besinlerin işe yarayan kısımları, ince bağırsak
çeperleri tarafından emilerek kana karışır. Kandaki yolculuk sırasında her
maddenin “durağı” bellidir. Gözün ihtiyacı göze, kalbin ihtiyacı kalbe,
ciğerlerinki ciğerlere gider. Geriye kalan posalar ise kalın bağırsağa
geçerek dışarı atılır.
Bağırsaklarımızda, hazım faaliyetini kolaylaştırıcı şekilde çalışan bol
miktarda bakteri yaşar. Antibiyotikler ise bu bakterilerin imhâsına sebep
olduğundan, doktor tavsiyesi olmaksızın antibiyotik almak sıhhate
zararlıdır.
İnce bağırsakla kalın bağırsağın birleştiği yerde “apandis” bulunur.
Apandis, mikropları toplayarak vücut sağlığına hizmet etmektedir.
Apandisit, bu organımızın iltihaplanması sonucunda meydana gelen
hastalıktır.
Toplam olarak besinin sindirim müddetini ele alırsak; yemek yedikten
yaklaşık iki-üç saat sonra mide boşalmakta, dört saatte ince bağırsakların
işi bitmekte ve besinin artıkları yirmi dört saat sonra dışkılanmaya hazır
hale gelmektedir. Bütün bu faaliyetler esnasında bizim irâdemize bağlı
olarak cereyan eden yegâne fiil, bir kaç dakikalık çiğneme işleminden
başka bir şey değildir. Vücûdumuzda cereyan eden fevkalâde olayların çoğu,
bizim haberimiz olmadan meydana gelmektedir. Demek ki bunlar bizim
dışımızda bir Yüce Yaratıcı’nın işidir.
3- BOŞALTIM SİSTEMİ
Besinler midede eritildikten ve ince bağırsaklarda emildikten sonra
geride bir miktar işe yaramaz posa kalır. Bu posalar, vücudun başka hiç
bir yeriyle temas ettirilmeksizin derhal kalın bağırsaklar ve anüs yoluyla
dışarı atılır.
Kan, hücrelerde biriken artıkların böbreklere taşınması vazifesini ifa
eder. Kandaki besin artıkları ve vücuda zararlı maddeler, böbrekler
tarafından süzülür, idrar kanalı ve idrar kesesi vasıtasıyla dışarı
atılır.
Böbreğe gelen kan içinde bulunan tuz, üre, ürik asit ve diğer maddeler,
nefron borularının üst kısımlarındaki keseciklerde kümelenen kılcal
damarlardan süzülür ve nefronlar yoluyla havuzcukta idrar halinde
toplanırlar. İdrar kanalları vasıtasıyla idrar kesesine geçen idrar, zaman
zaman dışarı atılır. Yarım litre idrarı rahatça depolayabilen idrar
torbası (mesane) olmasaydı, devamlı olarak süzülen idrarın yine devamlı
olarak vücuttan dışarı atılması gerekecekti.
İki böbreğin bir dakika içinde süzdüğü kan miktarı bir litredir. Buna
göre, yaklaşık her beş dakikada bir, vücuttaki kanın tamamı süzülmüş
olmaktadır. Kanın süzülüp temizlenmesi faaliyeti böyle düzen içinde
devamlı ve hızlı bir şekilde yapılmazsa, insan hayatı ciddî tehlikelerle
karşılaşır. İdrarı süzen filitrelerin düzenli çalışmaması, kandaki üre
miktarının çoğalmasına ve üremi hastalığı’na sebep olur ki bu, ileri
safhalarda öldürücü olabilen bir hastalıktır.
İnsan vücûdunu asitlerden ve bazı zararlı tuzlardan tasfiye eden idrar
cihazı “böbrek”lerden meydana gelir. Böbreğin çalışması, idrar
bileşimlerini kandan ayıracak tarzdadır. Böbrek hücreleri, tasavvuru
imkânsız bir hassasiyet derecesine sahiptir. Bu hücreler, kandaki çeşitli
oran ve yoğunluktaki en küçük değişmeleri bile telâfi işini görür. Kandaki
su oranı artınca, hücrelerin faaliyetleri artar ve bununla kanın su
oranının normale dönmesi için idrar fazlalaşır. Böbrekler, kandaki bütün
zararlı ve zehirli maddeleri ayırırlar.
Böbreklerde idrarı mesâneye nakleden iki kanal vardır. İlâhî sanatın
cilvelerinden biri de, insanın duruşu nasıl olursa olsun, bu kanallardaki
idrarın aksi yönde geri dönmeyişidir. İdrar cihazının sonu, idrarın dışarı
çıktığı mesânedir.
4- Solunum Sistemi
Solunum faaliyeti, vücûda alınan besinlerin yakılarak enerjiye
dönüştürülmesi için gerekli olan oksijenin alınıp hücrelerdeki yanma
olayından sonra meydana gelen karbondioksitin dışarı atılmasıdır. Yüce
Yaratıcı, solunum sistemi için vücutta özel organlar yaratmıştır. Kurulan
sistem, son derece hassas kanunlarla işletilmektedir.
Vücûdun dışarıdan aldığı besinleri kullanabilmesi ve bu yolla hayatını
devam ettirebilmesi için onları yakmaya ihtiyacı vardır. Ağız yoluyla
alınan gıdalar, sindirim sistemi tarafından iyice hazmedildikten sonra,
kana nakledilmektedir. Kan; protein, yağ, glikoz, amino asit vs. halinde
kendisine nakledilen bu besinleri dolaşım sistemi vasıtasıyla vücut
hücrelerine, her birinin ihtiyacı miktarınca dağıtır. Besini alan hücre,
oksijen vasıtasıyla yakarak enerjiye dönüştürmek suretiyle bunu
kullanır.
Solunum faaliyeti, havanın içeri aldığı pencereler olan ağız ve burunda
başlamaktadır. Burun içinde filitre sistemleri yaratılmıştır. Burun
duvarlarında bulunan kıllar ve içerideki yapışkan sümük maddesi, içeri
giren havadaki tozları yutmak suretiyle süzme işini gerçekleştirir. Ayrıca
burun içinde kıvrımlar yaratılmak suretiyle havanın bu kıvrımlardan
geçerken ısınması temin edilmiştir. İçeri giren hava, nemlendirilmiş ve
toz topraktan arınmış şekilde yutağa gelir. Ağız boşluğu ve yutak,
sindirim sistemi içinde de vazifelidir.
Hava, yutaktan nefes borusuna geçer. Yaklaşık 25 cm boyunda ve 2,5 cm
çapında olan nefes borusu, halkalar halinde yapılmış olup iç kısmına
titrek tüyler yerleştirilmiştir. Bu tüylerin yaratılmasıyla, nefes borusu
içerisine kaçma ihtimali bulunan yabancı maddelerin dışarı atılması için
bir emniyet tedbiri daha alınmıştır.
Nefes borusu, dördüncü omur hizasında iki kola ayrılmıştır. “Bronş” denen
bu kolların her biri, göğüs boşluğunu dolduran akciğerler içerisine
dallanarak dağılırlar. Bu incecik dalcıkların sayısı çok fazladır.
“Bronşcuk” diye adlandırılan bu dallar, “alveol” isimli küçücük keselerde
son bulur.
Göğüs boşluğunun her iki tarafında yer alan akciğerlerden sağdaki
üç, soldaki ise iki parçadan oluşur. Bu parçaların her birine “lob” adı
verilir. Sol akciğerdeki üçüncü lobun yerini, kalp almıştır. İçi her an
hava ile dolup boşalan alveollerin her birinin etrafı kılcal damarlarla
kuşatılmıştır. Alveol kesesiyle kılcal damarlar arasındaki mesafe,
milimetrenin binde birinden daha azdır.
Kalbin sol kulakçığına gelen kirli kan, sağ karıncıktan akciğer toplar
damarıyla akciğere gelir. Gelen kan, kılcal damarlar vasıtasıyla bütün
akciğere dağılır. Derin nefes alınca bütün alveoller hava ile dolar.
Kılcal damarlarda bulunan kan ile hava arasında bir gaz alış verişi
cereyan eder. Kandaki karbondioksit havaya, havadaki oksijen de kana
geçer. Bu alış veriş esnasında muazzam fizik ve kimya kanunları
işletilmektedir. Aynı kanunların işleyişi, kan, vücut hücrelerini
dolaşırken onlarla arasında geçen gaz alış verişi esnasında da
görülür.
Besinlerin yakılarak hayatın devamı ve vücut ısısının temini, bu
faaliyetlerin düzenli bir şekilde yürütülmesiyle mümkün olmaktadır. En
küçük bir aksama hayatın durmasına yol açar. Yenilen bir lokma,
yanlışlıkla nefes borusuna kaçsa, hemen dışarı atılmazsa -Allah korusun-
insan nefessizlikten ölebilir.
Nefes alıp verirken göğsümüz genişleyip kabarır, sonra tekrar normal hale
döner. Göğüs kafesimizin bu esnekliği, kaburga kemiklerimizin esnek
olmasındandır. Ayrıca nefes aldığımız anda kaburgalar arası kaslar,
diyafram ve bir kısım göğüs kasları çalışır. Bu kasların birlikte
çalışması sonucunda akciğerlerimiz göğüs kafesi içinde rahatlıkla
genişleyebilmektedir. Akciğerleri genişleme kabiliyetinde yaratan Yüce
Yaratıcı, göğüs kafesini de bu genişlemeye imkân verecek şekilde
yaratmıştır.
Nefes yoluyla vücuda giren, kanı temizleyen ve vücut ısısının ve
enejisinin temininde vazife gören hava, dışarı çıkarken de nefes borusunun
kenarındaki ses tellerini titreştirmek suretiyle sesin oluşumunu temin
eder. İçeri giren hava ile dışarı çıkan hava aynı yollardan geçtikleri
hâlde birbirine karışmaz. Vücuttaki karbondioksiti alarak kirlenen hava,
içeri giren temiz havayı kirletmeksizin dışarı çıkar. Bu hârika fiil
elbette kendiliğinden meydana gelmemektedir. Bunu yapan, yaratan bir Yüce
Kudret vardır. İnanmak için mûcize arayan insanlar, sadece kendi
vücutlarına ibret nazarıyla baksalar milyonlarca mûcizeyi hemen
göreceklerdir.
5- İskelet Sistemi
Her biri ihtiyacımıza göre ölçülüp biçilmiş irili ufaklı 206 kadar
kemikten meydana gelen iskelet sistemimizin vücutta başlıca üç vazifesi
vardır:
1) Vücûda dayanak teşkil etmek ve diğer organları korumak.
2) Sinir ve kas sistemlerinin irtibatını sağlamak.
3) Vücûdun hareketleri için manivela vazifesi görmek.
Vücut binasının direği olan omurga, iskeletin en mühim kısımlarından
birini teşkil eder ve 33 omur kemiğinden meydana gelir. En üstteki
“servikal vertebra (boyun omuru)” denilen kısım, yedi omur kemiğinden
meydana gelmiştir. Başımızı tutan bu kemikler, başın kendi ekseni
etrafında 180 derece dönmesine imkân verecek şekilde yaratılmışlardır. Bu
sayede aşağıyı, yukarıyı ve yanlarımızı görmek için bütün vücudumuzu
döndürmek gibi bir zahmete katlanmaksızın sadece başımızı çevirmemiz
yeterlidir.
Kaburga kemikleri, üstteki yedi omurun altında bulunan on iki sırt
omuruna bağlanmışlardır. Bu 12 omur, hareket kabiliyetine sahip değildir
ve zâten hareket etmelerine ihtiyaç da yoktur.
“Lomber vertebra” adıyla bilinen alttaki beş omur asıl belkemiğimizi
meydana getirir. Bundan sonraki beş omur sağrı, son dört omur ise kuyruk
sokumunu oluşturur.
Omuriliği zedelenmekten korumak, omurganın en mühim vazifeleri
arasındadır. Sinir sisteminin en mühim organlarından olan omuriliğin
zedelenmesi ömür boyu sakatlık ve felç hallerine sebep olabilir. Bu
yüzden, bu çok mühim organımız üç tabaka zardan ve en dışta omurgadan
meydana gelen çok sağlam ve güvenli bir mahfaza içine alınmıştır. Ayrıca
bu tabakaların arasını dolduran bir sıvı, omuriliği dışarıdan gelmesi
muhtemel darbelere karşı koruma vazifesini üstlenmiştir.
Her adım atışımızda omurgamızı meydana getiren omurlar birbiri üstünde
hareket eder. Bu sürekli hareket ve sürtünme, omurların aşınmasına sebep
olabilir. Bunu önlemek için her bir omur arasına disk denen dayanıklı
kıkırdaklar yerleştirilmiştir. Bu diskler amortisör vazifesi görür.
Arabalardaki amortisör, bu disklerin taklidinden başka bir şey
değildir..
Kemikler vücudumuzun taşınması ve korunması gibi çok mühim vazifeler ifa
ederler. Bundan dolayı bu işe en uygun bir kapasitede ve sağlamlıkta
yaratılmışlardır. Anormal durumlar karşısında yüklenmek zorunda
kalabileceği işler de hesaba katılarak ona göre sağlam ve elastikî bir
şekilde yaratılmıştır. Vücûdumuzun hangi organının ne kadar harekete
ihtiyacı varsa, o hareket imkânını sağlayacak bir sistem o organda
kurulmuştur.
Bütün makinalar gibi insan iskeletindeki eklemlerin sürtünme ve aşınmayı
önlemek için devamlı surette yağlanmaya ihtiyacı vardır. Eklemlerimizde bu
ihtiyaç, özel bir sıvı ile karşılanmaktadır. Bu ihtiyacın, elimizin
erişmediği yerlerde ve hiç haberimiz olmaksızın eksiksiz karşılanması, bu
işlerin sonsuz bir bilgiye sahip ve vücûdumuzu bizden daha fazla özenle
koruyan bir Mühendis tarafından yürütüldüğünü gösterir. O Mühendis, Yüce
Yaratıcı’dır.
6- Beyin
Beyin ve omurilik, merkezî sinir sistemini meydana getirir. Üç tabaka
zarla kuşatılarak kafatasına yerleştirilen beyin, yarım küreler halinde
yaratılmıştır. Her biri kendi arasında loplara ayrılan yarım kürelerin
altında da orta beyin, beyincik ve omurilik soğanı yer almıştır.
Yarım küreler ayrı ayrı incelendiklerinde her ikisinin de boz renkli bir
kabukla sarılmış olduğu görülür. Beyin kabuğu denen bu yarım santim
kalınlığındaki kabuğun içinde de ak madde bulunur. İki yarım küre, ak
maddeden yapılmış iki köprü ile birbirine bağlanmıştır. Yaklaşık 1200-1400
gram ağırlığında olan insan beyninin hücreleri arasında milyarlarca
bağlantı kurulmuştur. Beynin faaliyetleri bu bağlantılar sayesinde mümkün
olmaktadır.
Rûhî faaliyet ve kabiliyetlerimizin madde âlemindeki çekirdek ve üsleri
beynimize yerleştirilmiştir.
Beyin;
1) İrâdî hareketler,
2) Zekâ ile ilgili faaliyetler,
Beş duyu olmak üzere üç ana grupta toplanabilecek faaliyetlerin Zekâ,
hâfıza, öğrenme, yazı yazma, konuşma, hayal v.s. kabiliyetler beyin
tarafından idâre edilir. Ayrıca vücut organlarının, doku ve kaslarının
düzenli çalışması da beynin faaliyetlerine bağlıdır. Beynin sağ yarım
küresi vücudun sol yarısını, sol yarım küresi de vücudun sağ yarısını
idâre etmektedir.
Beyin yarım kürelerinin alt arka kısmında beyincik yer alır. Beyinde
olduğu gibi dışta boz, içte ak maddeden meydana gelen beyincik, vücut
dengesinin sağlanmasında, hareketlerin düzenli yapılmasında ve kasların
gergin durmasında vazife yapar.
Beynin altında omurilik soğanı bulunur. Beyni omuriliğe bağlayan omurilik
soğanı ak maddeden yapılmıştır. Ak madde içine yer yer boz çekirdekler
yerleştirilmiştir. Vücuttaki hayâtî faaliyetlerin merkezleri, omurilik
soğanında bulunur. Solunum, dolaşım, boşaltım ve vücut metabolizmasıyla
ilgili faaliyetler omurilik soğanı tarafından idâre edilmektedir.
Omurilik soğanının devamı olarak omur kemikleri boyunca, omur kanalı
içerisinde uzanan omurilik, merkezi sinir sisteminin ikinci organıdır.
Boyu, 45-50 cm kadardır. Omurilikten dağılan sinirler, organların
hareketinde ve duyuların alınmasında vazife yaparlar.
Omuriliğin vazifeleri şunlardır:
1) Beyinden vücûda dağılan sinyallere geçitlik yapmak.
2) Vücudun iç organlarının ve salgı bezlerinin faaliyetlerini kontrol ve
idâre etmek.
3) Refleks hareketlerini yaptırmak. Omurilik bu faaliyetleri yürütürken
beyin, beyincik ve omurilik soğanıyla da işbirliği halindedir.
Beyin ve omurilik soğanındaki merkezlerin idâre ve kontrol
faaliyetlerinin bütün vücûda ulaştırılması için yaratılan sinirler, bütün
vücûdu bir ağ halinde sarmışlardır. Sinirler, nöron hücrelerinin uç uca
gelmesiyle meydana gelmişlerdir. Bu sıralanma şu şekilde
gerçekleşmektedir: Dendrit, hücre, akson; dendrit, hücre, akson…203
Vücut organlarının hareket ve faaliyetleri motor sinirler tarafından
iletilen sinyallerle yürütülür. Dolaşım ve solunum gibi hayâtî
faaliyetlerden tutun, salgı bezlerinin çalışmasına, kalbin işleyişine ve
kasların hareketine kadar bütün vücut faaliyetleri merkezî sinir sistemini
meydana getiren beyin ve omurilik tarafından, motor sinirler vasıtasıyla
idâre edilir. Bütün bu faaliyetler, bizim irâde ve isteğimiz dışında
cereyan etmektedir. Demek ki bütün bu faaliyetleri yapan, yaptıran,
yöneten bir Yüce Zât vardır.
Görüldüğü gibi sinir sistemi, bütün vücut faaliyetlerine karışan ve
organları idâre eden fevkalâde mühim bir sistemdir. Bu sistemde meydana
gelen aksaklıklar çok ciddî hastalıklara sebep olmaktadır. Meselâ -Allah
korusun- felç halinde vücûdun hiç bir tarafı tutmaz. Hasta yürüyemez,
konuşamaz. Felcin sebebi, çeşitli beyin ve sinir hastalıkları yüzünden
sinir sisteminin işlemez hale gelişidir.
İnsanlarda beliren akıl ve ruh hastalıkları, beyindeki ilgili merkezlerde
yol açtığı tahribata göre gruplara ayrılır.
Sinir sistemi, insan vücûdunun en esrarlı ve karmaşık sistemidir.
Sistemin merkezi olan beyni ele alacak olursak, bu organımız henüz sadece
kıyıları keşfedilmiş büyük bir kıtayı andırır.
Bir insan, hayatı boyunca beynini ne kadar çalıştırırsa çalıştırsın,
beyindeki sinir hücrelerinden ancak küçük bir kısmını kullanmış
olur.
İlk insanların beyinleri de bizimkilerden farklı değildi. Halbuki onlar
hayatın gereklerini yerine getirmek için beyinlerinin pek az bir kısmını
kullanıyorlardı. Bugün ise insanlar bilgi ve teknoloji çağını yaşıyorlar.
Buna rağmen yine beyinlerinin tamamını kullanmaları söz konusu değildir.
Yani insan beyni Kıyâmete kadar insanlara çok şey öğretecek,
kazandıracaktır. İnsanoğlunun öğrenmek ve ilerlemek için yaratılmış
olduğu, insan beyninin husûsiyetlerinden de anlaşılmaktadır.
7- Karaciğer
Karın boşluğunun sağ üst kısmında yer alan karaciğer, 1,5-2 kg
ağırlığıyla vücûdumuzdaki bezlerin en büyüğüdür. 400’den fazla vazifesi
vardır.
Akciğerlerdeki gibi “lop” adı verilen dört parçadan meydana gelen
karaciğer, ince bir zarla örtülmüştür. Mikroskop altında yapılan
incelemeler sonucunda, karaciğerin milyonlarca lopçuktan meydana geldiği
görülmüştür. Bu lopçukların aralarında kanallar ve boşluklar
bırakılmıştır.
Karaciğer hücreleri çok iş gördükleri için bol kana ihtiyaçları vardır.
Bu yüzden karaciğer, çok yaygın bir damar ağıyla örülmüştür. Mide, ince
bağırsak ve dalaktan gelen toplar damar karaciğere uğradığı gibi, aorttan
ayrılan bir atar damar kolu bilhassa karaciğerin beslenmesi için tahsis
edilmiştir.
Bu hârika laboratuarın gördüğü işlere kısaca bir göz atarsak, ne kadar
titiz, çalışkan ve becerikli olduğunu görürüz. İnce bağırsakta emilerek
kan yoluyla gelen besinler, maden tuzları ve vitaminler, karaciğer
tarafından depo edilir. İhtiyaç anında derhal vücuda yarayışlı hale
getirilerek gereken bölgeye sevk edilir. Glikojene dönüştürülmüş şeker,
yağ asitleri ve amino asitler, vücut tarafından kullanılmaya hazır hâlde,
karaciğerde bekletilir. Metabolizmik faaliyetler esnasında ortaya çıkan
bazı artıklar ve zehirli maddeler parçalanarak zararlı hale gelmeleri
önlenir.
Karaciğer, safra denen salgıyı çıkarır. Karaciğer hücreleri tarafından
imal edilen safra, hücre aralarındaki kanalcıklardan süzülerek safra
kanalı vasıtasıyla on iki parmak bağırsağına
dökülür. Bağırsakları nemli tutarak emilmeyi
kolaylaştıran ve yağların sindirimine yardımcı olan safra, ayrıca
karaciğer hücreleri tarafından süzülen zehirleri, bağırsak yoluyla dışarı
atar. Salgılanan safranın bir kısmı safra kesesinde depo edilir.
Ameliyatla safra kesesi alınan hastaların sindirim sistemi, yağlı gıdaları
hazmedemediğinden, bir çok yiyeceği bu hastalar yiyemez.
Karaciğer hücreleri safrayı, karaciğerde ölen alyuvar hücrelerinden imal
ederler. Demek ki alyuvar hücreleri kandaki vazifelerini bitirdikten sonra
başıboş bırakılmamakta, bu defa kendilerine daha başka bir vazife
verilmektedir. Bütün evrende olduğu gibi insan vücûdunda da en küçük bir
israf görülmüyor.
Kan şekerini ayarlama vazifesi de karaciğerin üzerindedir. Beyindeki
şeker ayarlama merkezinin talimatlarına göre çalışan böbrek üstü bezi ve
pankreasın salgıları, karaciğerin glikoz üretme faaliyetini idâre eder. Bu
mekânizmanın düzenli çalışmaması halinde, meselâ karaciğer fazla miktarda
şeker imal ederse, şeker hastalığı meydana gelir.
Karaciğerin kendi kendini onarma kabiliyeti de vardır. Bir kısmı alınsa,
kalan diğer hücreler hızlı bir şekilde çoğalarak eksik kısmı tamamlarlar.
Karaciğerin ayrıca kansızlığı önleyen B12 vitamini ve zaman zaman akyuvar
imâl etme vazifesi de vardır.
Böyle fevkalâde mühim vazifeler üstlenen bu hârika organı biz yapmadık ve
biz çalıştırmıyoruz. Bizim haberimiz olmadan kendisi 400’ü aşkın vazifeyi
hiç aksatmadan yerine getiriyor. İnsanın bütün organları gibi karaciğer de
Allah’ın hârika bir yaratığıdır.
8- Salgı Bezleri
Salgı sistemini oluşturan ve imâl ettikleri sıvılarla vücûdun bir çok
faaliyetlerinde etkili olan bezler, dış ve iç salgı bezleri olmak üzere
iki ana grupta incelenmektedir:
Dış salgı bezleri, salgılarını bir kanal vasıtasıyla belli bir organa
veya sahaya boşaltırlar. Meselâ safrasını on iki parmak bağırsağına
boşaltan karaciğerle, sindirim esnasında ince bağırsaklara salgı gönderen
pankreas, dış salgı bezlerindendir. Derideki ter ve ağızdaki tükürük
bezleri de dış salgı bezlerindendir.
İç salgı bezleri ise, salgıladıkları sıvıları doğrudan doğruya kana
intikal ettirerek bir çok hayâtî faaliyetlere geniş ölçüde etki ederler.
Beslenme, kan dolaşımı, vücut ısısının ayarı, büyüme, vücuttaki protein,
şeker, tuz vb. madde dengelerini ayarlama gibi daha pek çok hayâtî
faaliyetin düzen içinde yürütülmesini sağlayan bu bezlerdir.
Salgı sistemini meydana getiren bezler, vücut dengesinin korunmasında
hayâtî önem taşımaktadırlar. Her an milyonlarca doğum ve ölüm olayının
meydana geldiği, her hücresinde sayısız hayâtî faaliyetin birbirine zarar
vermeksizin ve mevcut hassas dengeyi bozmaksızın cereyan ettiği
vücûdumuzda, hayat ve intizamın devam etmesinde, salgı bezlerinin rolü
büyüktür. Yine bu çok mühim olayların cereyanı bizim bilgimiz ve irâdemiz
dışında meydana gelmektedir. Demek ki bunları bizim dışımızda bir yapan
Yüce Yaratıcı vardır.
9- Lenf Sistemi
Lenf sistemi, insan vücûdunun koruma hattıdır. Yetişkin bir insan
vücûdunun üçte ikisini su oluşturur. Hücre stoplazmalarına ve hücre arası
boşluklara dağılmış bulunan su, anatomi dilinde vücut sıvısı olarak
adlandırılır.
Vücut sıvısının büyük bir kısmı lenf sisteminde bulunur. Lenf
sisteminin belli başlı vazifeleri şunlardır:
1) Vücut sıvısının hücre arası boşluklara düzenli bir şekilde
dağıtılmasını sağlamak.
2) Kan damarlarıyla getirilen besin moleküllerinin hücrelere ulaşması
için aracı vazifesi yapmak.
3) Vücuda giren mikropları lenf düğümlerinde tutarak zararsız hale
getirmek.
Lenf sistemi, dolaşım sistemini andırır bir tarzda dallanarak hücre
aralarına dağılmıştır. Lenf sistemi içerisinde sadece akyuvar ve bazı
besin maddeleri taşır. Alyuvarları olmadığı için donuk sarı renktedir. Bu
yüzden lenfe akkan da denir. Koltuk altlarında, dizlerde, dirseklerde,
kasıkta, boyunda ve karında bulunan lenf düğümleri, lenf sıvısı içindeki
zararlı bakterileri süzerek alıkoyarlar ve zararsız hale getirirler. Lenf
düğümlerinin ikinci vazifesi, akyuvar imâl etmektir. İmâl edilen bu
akyuvarlar, lenf sıvısı vasıtasıyla kana iletilirler. Lenf düğümlerinin
üçüncü vazifeleri, vücûdun ikinci bir bakteri hücumuna karşı koymasına
yardımcı olan bazı proteinler imâl etmektir ki, dalak ve bademcikler gibi
bazı organlar da aynı işi yaparlar.
Lenf sisteminin bir diğer vazifesi, ince bağırsaklarda emilerek
sindirilen yağları toplar damarlara ulaştırmaktır. Lenf sistemi, vücûdu
düşmanlara karşı koruyan akyuvar askerlerinin mevzilendikleri bir savunma
hattı olduğu gibi, besinlerin hücrelere ulaşmasında mühim vazifeler ifa
eden bir sistem olarak vücûdumuza yerleştirilmiştir.
10- Gırtlak
Yüce Allah gırtlağı ses çıkarmaya elverişli şekilde yaratmıştır. Dilin
hareket ve duruşları ayarlıdır. Harflerin yer değiştirdiği çeşitli
kanallarda konuşma yolu genişlesin diye ses kesilir. Sesler değişik olsun
diye gırtlak dar, geniş, sıkı, yumuşak, katı maddeli, kısa, uzun vb.
şekillerde yaratılmıştır. İki ses birbirine benzemez. Bu sebeple insanlar
sesleriyle tanınabilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder